Dünya
Edebiyatı Kavramının Nitelikleri
Goethe'nin
Weltliteratur diye adlandırdığı dünya
edebiyatı kavramı pek çok tartışmayı da beraberinde getirerek edebiyat
dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Tartışmaların soruları böyle bir
tanımlamanın niteliklerini belirleme açısından oldukça önemlidir. Böylesi
kapsamlı bir tanım hangi yollarla mümkün kılınabilir? Dünya edebiyatı
kavramından anlaşılması gereken nedir? Bu kavramın gerekliliği nedir? Ulusüstücülük
bu tanımın esas koşulu mudur? Bütün bu sorular dünya edebiyatı kavramının
ortaya atılışından bu yana tartışılmaktadır. Bir dünya edebiyatı oluşturma
çabasının ilerlemesi için tüm bu soruların kapsamlıca ele alınıp incelenmesi ve
üzerinde daha çok tartışmanın yürütülmesi gerektiği aşikardır.
David
Damrosch, What is world literature? adlı
kitabında dünya edebiyatı kavramının kavranılamaz, sonsuz çalışma içeren bir
kanon olmadığını söyler (5). Damscroch'un bu ifadesinden dünya edebiyatının incelenebilir
bir alan olduğu sonucu çıkarılabilir. Peki, bu incelenebilir alanın sınırları
nasıl çizilebilir? Bu bakımdan ilk olarak dünya edebiyatı tanımı içine nelerin
girip nelerin tanım dışında kalacağını belirlemek gerekir. Burada iki temel
sorun göze çarpar. İlki, kavramın zamansallığı, ikincisi alanı ile ilgilidir. Damrosch,
dünya edebiyatının çok kültürlü olmasının yanı sıra çok zamanlı yapısını da
vurgular (16). Yani, dünya edebiyatının sadece günümüzün ya da günümüze yakın
aralıklardaki eserleri inceleme alanına dahil edip, diğerler aralıkları
dışlaması problemli durmaktadır. Öte yandan zaman aralığının nereden başlaması
gerektiği konusu da sorunlu durmakta. Bir dünya edebiyatı kavramı yaratılacaksa,
kavramın çok zamanlı olabilmesi için bir başlangıç noktası seçmek gerekir mi?
Bu soruyu cevaplamak oldukça güç görünmektedir ve böyle bir başlangıcın ne
olabileceği tartışmaya oldukça açık kalır. Zaman aralığını bu denli genişletmek
bu konuda çalışmayı da güçleştirir. Böylesi geniş bir aralıkta kim, nasıl
inceleme yapabilir ki? Öte yandan, bu aralığı daraltmak da Damrosch'un presentism dediği soruna yol açar. Yani
dünya edebiyatı sadece günümüz düzeyinde kalır ve geçmişin getirilerinden
yoksun kalır ki bu durum dünya edebiyatı kavramının zayıflamasına neden olur.
Dolayısıyla dünya edebiyatına zamansal bir sınır çizmek oldukça güç olsa da, belirli
bazı zaman aralıklarına sıkışıp kalmaktan ve sadece günümüze yönelmekten
uzaklaşıp geçmişi de göz önünde tutmak olumlu bir tutum gibi görünmektedir.
İkinci
olarak kavramın alanına bakacak olursak, şu soruyu sormamız gerekir: Dünya
edebiyatı neleri kapsayıp neleri dışlayacaktır? Goethe'nin yaptığı gibi sadece
klasiklere ve belirli coğrafyanın eserlerine mi bakmak gerekir, yoksa
Moretti'nin dediği gibi kanonu genişletmek daha mı anlamlıdır? Birinci tutum
kavramın yapısına ters gibi görünmekle beraber, ikincisinin kavrama yakınlığı
dikkat çeker. Sadece klasikleri ve belirli eserleri dünya edebiyatına katmak ve
diğerlerini bu çerçeveden dışlamak kavramın gerekliliklerini yok etmek gibi
görünmekte. Üstelik klasiklerin ve başyapıt diye nitelenen eserlerin de belirleniminin
neye göre yapılması gerektiği konusu sorun teşkil etmektedir. Öte yandan kanonu
genişletmek daha uygun görünmekle beraber kendi sorunlarını da beraberinde
getirir. Örneğin Moretti'nin önerisi olan "mesafeli okuma" metodu
oldukça tartışmalıdır. Moretti "Dünya Edebiyatı Üzerine Düşünceler"
adlı makalesinde "Dünya ve okunmamış sözcüklerini aynı anda kullanmak
belki de zihnimizi bulandırıcı bir çaba olur. Yine de ben bunun en büyük
şansımız olduğunu düşünüyorum, çünkü bu görevin kapsamının derinliği, dünya
edebiyatının salt edebiyat olamayacağını, ondan daha fazla bir anlam taşıdığını
çok açık bir biçimde gözler önüne serecektir; gerçi bu, şu anda yapabileceğimiz
şeydir zaten, ama bununla yetinmeyip, bunu aşmak durumunda olduğumuzu bilmemiz
gerekir" der. Dolayısıyla mesafeli okumayı dünya edebiyatı için bir sistem
yaratma amacı olarak önerir. Her ne kadar Moretti'nin bu metot ile spesifik
olanı göz ardı ettiğine dair argümanlar olsa da mesafeli okuma, en azından
alanı daraltmamak, yani dünya edebiyatı adı ile belli bir eser topluluğunu ele
almamak açısından dikkate değerdir.
Dünya
edebiyatı kavramı tartışılırken ele alınan bir diğer kavram ulusüstücülüktür.
Dünya edebiyatının olmazsa olmaz koşulu gibi görünen ulusüstücülük kavramı,
kavramın çıkış noktası olarak görülür. Dünya edebiyatı uluslar ötesidir ve bu
özelliği sayesinde mümkün kılınır. Peki, dünya edebiyatı nasıl ulus ötesine
geçebilir ve bu hangi açılardan mümkündür? Pascale Casanova, "Dominasyon"
adlı makalesinde ulusüstücülüğün dünya edebiyatı kavramı için zorunlu
olmadığını hatta kavramın incelenmesi bakımından zarar verici olduğunu söyler.
Ulus olgusu varlığını hala güçlü bir şekilde hissettirirken onu dışlamak dünya
edebiyatının yapısını anlama açısından yanlış olur (7). Bu düşünce makul
görünmektedir. Günümüz dünyasında ulus kavramı hala varlığını sürdürür ve kendi
koşullarını yaratır. Bu koşulların edebiyata yansıması da kaçınılmazdır.
Dolayısıyla dünya edebiyatından bahsederken ulusları ve koşullarını göz ardı
etmek biraz sorunlu durmakta. Ayrıca Casanova'nın dominasyon adını verdiği edebiyat dünyasındaki egemenlik olgusu da
dünya edebiyatındaki ilişkileri anlama açısından yadsınamaz görünüyor. Öte
yandan yazarları sadece uluslarıyla
sınırlamak, onlara belirli ulusal kimlikler yüklemek ve onları sadece bu
perspektif ile ele almak da oldukça dar bir bakış açısıdır. Dünya edebiyatının
ulusüstücü olup olamayacağı ve aslında ulusüstücülükten ne anlaşıldığı
tartışmaya açıktır. Bu noktaların daha fazla tartışılması dünya edebiyatı
kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için gereklidir.
KAYNAKÇA
Casanova, Pascal. "Dominasyon".
Çev. Saadet Özen. Varlık 12-16 (Ocak
2009): 7-13
Damrosch, David. What's World Literature?
Princeton&Oxford: Princeton UP, 2003.
Moretti, Franco. "Conjectures
on World Literature". 09.05.2011. <http://www.newleftreview.org/?page=article&view=2094
New Left Review>