Orhan
Pamuk İstanbul: Hatıralar ve Şehir
adlı kitabında çocukluğundan gençlik yıllarına kadar olan hayatını önemli ve
değişik bir olgu üzerinden kurar: şehir. Öyle ki hayatını anlattığı kitaba yaşadığı
şehrin adını verir. İstanbul, Pamuk için sadece içinde yaşanılan pasif bir mekân
olmaktan çok onun hayatını doğrudan etkileyen, onunla bağ kuran ve kimi zaman
biçimlendiren bir konumdadır. Bu yönüyle şehir bir mekân olmaktan çıkıp adeta
bir karakter haline gelir. Peki, otobiyografi bir anlamda yazarın kendini nasıl
kurgulamak istediği ile ilgili, “ben”i kurduğu bir edebi biçimse(Aksoy, 14),
Orhan Pamuk otobiyografisinde yaşadığı şehri bu kadar ön plana çıkarırken nasıl
bir “ben” kurgulamak istemiştir?
İstanbul’un Tarihinin Pamuk’unkine
Yansıması
İstanbul’un
yaşayan bir varlık olarak tarihsel süreci Pamuk’un kişisel yaşamında
yansımalarını bulur. Bu yansımaları anlamak için ilk olarak şehrin Pamuk’un en
çok vurguladığı özelliklerinden birini; Osmanlı’nın yıkılışının şehre verdiği
duyguyu anlamak gerekir. Pamuk’un yıkım duygusu diye nitelendirdiği, şehrin
tarihinin bir parçası olan Osmanlı’dan kopma ve yeni bir biçim alma süreci
Pamuk’un kendi hayatını da derinden etkilemekte ve Pamuk da bu duyguyla önce
savaşıp sonra onu benimsemektedir: “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkım duygusu,
yoksulluk ve şehri kaplayan yıkıntıların verdiği hüzün, bütün hayatım boyunca,
İstanbul’u belirleyen şeyler oldu. Hayatım bu hüzünle savaşarak ya da onu,
bütün İstanbullular gibi en sonunda benimseyerek geçti”(Pamuk, 13). İstanbul’un
bir zamanlar çok önemli bir konumdan şu anki “taşralaşmış” konumuna gelmesi
kitap boyunca Pamuk’un bu durumdan duyduğu hislerle kendi hayatını oluşturması
şeklinde ortaya çıkmakta. Bu durum Pamuk’un benliğine işlemiş durumda. Şehrin
değişen çehresi Pamuk’un hayatını doğrudan etkilemekte. Orhan Pamuk’un çocukluk
yıllarını geçirdiği şehir görkemli bir hayattan yoksul bir hayata geçen,
yalıları yakılan, mahalleleri taşralaşan bir İstanbul olarak ortaya çıkıyor ve
Pamuk’un tüm bakış açısını şekillendiriyor.
Şehrin
geçirdiği tarihsel süreç Pamuk’un iç dünyasına yansıdığı kadar aynı zamanda
ailesindeki koşullara da yansıyor. “Herkesin aynı ahşap konakta yaşadığı
geleneksel büyük Osmanlı İstanbul ailesi” yavaş yavaş parçalanmaya başlıyor ve
aile de tıpkı şehir gibi giderek yoksullaşıyor. Bu değişme de Pamuk’un
çocukluğunu dolaylı da olsa etkiliyor ve bir bakıma şehir ile kendi yaşamı
arasında bir köprü daha kurulmasına sebep oluyor. Sonuç olarak İstanbul’un
Osmanlı zamanındaki ihtişamının maddi ve manevi olarak giderek yok olması Orhan
Pamuk’un otobiyografik “ben”inin kurulmasında temel bir yer teşkil ediyor ve
Pamuk’un hem iç dünyasında hem de yaşadığı ailenin içinde karşılığını buluyor.
Hüzün
Şehrin
yıkım duygusundan kaynaklanan hüzün Pamuk’un hayatını anlattığı bu kitapta
oldukça sık karşımıza çıkmakta. Hüzün İstanbul’un her yanına sindiği gibi
Pamuk’un hayatına da siniyor. Şehrin “siyah beyaz” havası Pamuk’un kitap
boyunca anlattığı kişiliğiyle örtüşür. Kitap boyunca Pamuk kendisini bir çeşit
hüznün içinde ve onu seven hatta ondan zevk alan, ondan beslenen bir kişi gibi
anlatır. Annesi ve babasının kavgalarının evde yarattığı felaket havasından hoşlanır(79).
Yalnızlığın onda yarattığı hüzün duygusundan da aslında şikâyetçi değildir.
Hatta ilk aşkını anlatırken bile yarattığı hüzün duygusundan mutlu gibidir.
Fakat şunu unutmamak gerekir ki Pamuk hüzün kelimesini aslında tek başına
yaşanan bir duygu olarak ele almaz. Onun için hüzün pek çok kişinin ortaklaşa
hissettiği bir duygudur aslında ve bu yönüyle melankoliden ayrılır. “…İstanbul’un
melankolisinden değil, bu duyguya benzeyen ve gururla içselleştirilen ve bir
cemaat olarak hep birlikte paylaşılan hüzünden söz etmeye çalışıyorum. Bu,
duygunun kendisi ile onu şehre duyuran ortamın birbirine karıştığı yerleri ve
anları görebilmek demek”(93). Dolayısıyla kendi hayatındaki hüzün şehrinkiyle
ve şehirde yaşayan tüm insanlarınki ile bir anlamda iç içedir ve ayrı
düşünülemez. Pamuk, şehrin hüznünden de kendi hayatında olduğu gibi zevk alır.
Hüzün, şehri aslında daha güzel gösterir. Gerçekten de manzara hüzünle güzeldir
onun için. Şehrin hüznü onu siyah beyaz birer fotoğrafa dönüştürür ve daha
güzelleştirir. Hüznün ve bu siyah beyaz atmosferin Pamuk’un kendisinin de
güzellik anlayışı ile örtüştüğünü görürüz. Çocukluğunda kar yağmasını
istemesinin sebebi olarak karda oynayacağını değil kar altında kalmış şehrin
kendisine daha güzel gözüktüğünü söylemesi bundandır (45).
Başkalarının Gözleri
Orhan
Pamuk kendi hayatını İstanbul ile ayrılmaz bir şekilde bütünleştirip anlattığı,
bir bakıma “ben”ini şehir üzerinden kurduğu ve bunları yaparken zaman zaman
şehir ile ilgili başka kaynaklardan yararlandığı için akla önemli bir soru
geliyor: Pamuk gerçekten içinde yaşadığı, kendi deneyimlediği İstanbul’dan mı
yoksa başkalarının deneyimlediği ve anlattığı İstanbul’dan mı söz ediyor? Bu
soru otobiyografik metin için önemli bir soru; çünkü Pamuk’un kurguladığı
“ben”in temellerini aydınlatıcı bir niteliğe sahip.
Pamuk
İstanbul’u anlatırken pek çok sanatçının şehir üzerine düşüncelerinden
faydalanıyor: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar, Reşat
Ekrem Koçu’nun yazdıkları, Melling’in İstanbul manzaraları ve Gerar de Nerval,
Theophile Gautier, Flaubert gibi sanatçıların anıları. Pamuk’un İstanbul’u bir
bakıma bu sanatçılar vasıtasıyla Batılı ve yerli gözler, anlatımlar üzerinden
kurulmuş bir İstanbul’dur. İstanbul’a bir yabancı gibi bakmak zenginleştirici
bir öğe olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla İstanbul’a bu bir nevi dışarıdan bakış
Pamuk için olumlu bir özellik olup şehri daha iyi anlamasına yardımcı olur.
Batılı gözler ona başka “egzotik” bir İstanbul’un varlığını hissettirir. Peki,
bu tarz bir bakış Pamuk’un kendi hayatına nasıl yansır? Pamuk böyle bir bakışın
içinde yıllarca yaşadığı şehirle olan ilişkisini canlı tutmaya yaradığını
söyler ve bu yabancılık hissini benimser ve ekler: “…bazen şehrin hiç
değişmeyen bazı ana caddeleri ve arka sokakları, yıkılmakta olan ahşap evleri,
seyyar satıcıları, boş arsaları ve hüznü hakkında bir batılı gözlemciden
okuduklarım bana kendi hatıralarımmış gibi gelir”(225). Bu cümle belki Pamuk’un
tıpkı “ben”ini İstanbul üzerinden kurguladığı gibi aslında İstanbul’u da
okudukları üzerinden kurguladığına dair bir itiraf niteliği taşıyabilir.
Şehir – Sanat
İstanbul’un
Pamuk üzerindeki bir başka önemli yeri Pamuk’un çocukluğundan itibaren kendini gösteren
sanatçı kişiliğine olan etkisidir. Pamuk sanatçı kişiliğini diğerlerinden ayrı
olduğunu kitabında sık sık dile getirir. Yaşama farklı bir bakışı, hayatı
farklı algılayışı, ikinci dünyasına kaçışları hep bu yönünü vurgulamak içindir.
Peki, Pamuk’un bu yönünü İstanbul nasıl sağlar?
Şehrin
hüznü Pamuk’un sanatçı kişiliği açısından önemli bir noktadır. Şehre yayılan
hüznün güzelliği Pamuk’un da güzellik anlayışını, dolayısıyla sanatını etkileyen
bir yere sahiptir. Şehrin arka sokaklarında gezen Pamuk kırık dökük çeşmeler,
eski konaklar, yıkık camiler arasında gezinirken bu hüzünlü yıkıntıların
İstanbul’un ruhu olduğunu düşünür ve bu yapıları pitoresk güzellikler olarak
görür(Pamuk 239). Pamuk’un dış dünyayı gözleme yetisi, duyarlılığı İstanbul’un
yapısından beslenir ve böylelikle onun sanatçı kişiliğini geliştirir. Şehrin
sokakları onun hayal dünyasının yerini alır. Çocukluğundan gençlik yıllarına
kadar hayatındaki başlıca sanat dalı olan resim de bu gözlemlerden ve hüzünden
payını alır ve Pamuk İstanbul’u ve özellikle şehrin arka sokaklarını resmetmeye
başlar. Şehrin ona kendisini bir sanat malzemesi olarak sunması da bu noktada
önem kazanmaktadır. Pamuk, İstanbul’u doğallıkla ve gördüğü şeyin o olması
nedeniyle resmediyor. Bu bakımdan İstanbul sanat nesnesi haline dönüşürken bile
doğallığını, Pamuk’un hayatına olan yakınlığını kaybetmiyor. Ayrıca İstanbul
onu zorlama ve güzel olması gereken bir konu bulmaktan da böylelikle kurtarmış
oluyor. İstanbul, Pamuk’un zaten var olan sanatçı kişiliğinin üzerine kendinden
bir şeyler katıp onu zenginleştirir ve bunu yaparken de Pamuk’un kendisiyle
olan bağını sanat nesnesi haline gelerek koparmaz. Böylelikle Pamuk hayal
dünyasını İstanbul’un sokaklarıyla beslerken ve hüznün güzelliğini yakalarken,
şehir ona tüm sanatsal yönlerini açar ve onunla bu yönden de bütünleşir.
Orhan
Pamuk İstanbul: Hatıralar ve Şehir
adlı kitabında hem kendisinin hem de İstanbul’un hikâyesini ya da daha doğru
ifade etmek gerekirse birbirinden ayrı ele alınamayacak bu iki hikâyeyi
tekleştirerek anlatıyor. Bu iç içelik ve kaynaşmışlık Pamuk’un kendi hayatını
yaşadığı şehrin hayatı üzerinden onun vasıtasıyla kurup anlatmasından
kaynaklanmakta ve otobiyografik ben şehir üzerinden kurgulanmaktadır.
KAYNAKÇA
Aksoy, Nazan. Kurgulanmış Benlikler: Otobiyografi, Kadın,
Cumhuriyet. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.
Pamuk, Orhan. İstanbul: Hatıralar ve Şehir. İstanbul:
İletişim Yayınları, 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder